Blog

Batının Değerleriyle Yükselen Doğu

Genel Yazılar

Batının Değerleriyle Yükselen Doğu

Ekonomist Kishore Mahbubani, dünyanın merkezinin kaydığı Asya’yı en iyi tanıyan isimlerden biri olarak Koç Topluluğu Üst Düzey Yöneticiler Toplantısı’na ufuk açıcı bir sunumla katıldı. Mahbubani Asya’nın yükselişini, Çin-ABD ilişkilerini ve değişen ekonomik dengelerin Türkiye’ye yansımalarını Bizden Haberler Dergisine anlattı. 
Koç Topluluğu Üst Düzey Yöneticiler Toplantısı’nın konuk konuşmacılarından biri 2008 yılında yayımlanan The New Asian Hemisphere: The Irresistable Shift of Global Power to the East (Yeni Asya Yarıküresi: Global Gücün Doğuya Karşı Konulmaz Kayışı) adlı kitabıyla büyük yankı uyandıran Kishore Mahbubani idi. Halen Singapur Ulusal Üniversitesi Lee Kuan Yew Kamu Politikaları Okulu’nda Dekan ve Kamu Politikaları Uygulamaları Profesörü olan Mahbubani Koç Topluluğu Üst Düzey Yöneticiler Toplantısı’nda da oldukça ilgi çekici bir konuşma yaptı. Konuşmasına başlarken iki önemli konuya vurgu yapacağını belirtti Mahbubani. Bunlardan ilki Batı egemenliğinin sonu, ikincisi ise Asya’nın geri dönüşüydü.
Asya’nın yükselişine ilişkin tartışmaların giderek arttığı bir dönemde neden Asya’nın ‘yükselişi’ ifadesini değil de ‘geri dönüşü’ ifadesini kullandığını şöyle açıklıyor Mahbubani: “Çünkü bundan sadece 200 yıl öncesine kadar Çin dünyanın en büyük ekonomisi, Hindistan ise ikincisiydi. Sanayi Devrimi ile Batı dünyası neyi deneyimlediyse bugün Asya’nın yaşadığı da odur.” Ancak bu noktada asıl önemli olanın tüm bunların neden şimdi olduğu sorusuna verilecek cevap olduğunu belirten Kishore Mahbubani bu sorunun yanıtını da kendi veriyor: “Çünkü Batı’nın hikmetinin temelini oluşturan yedi sütunu Asyalılar şimdi anladı.”
SERBEST PİYASA EKONOMİSİNE GEÇİŞ
Ünlü ekonomist Batı dünyasının bugüne kadar uyguladığı ancak Asya’nın yeni yeni hayata geçirdiği temel ilkelerden ilkinin serbest piyasa ekonomisi olduğunu söylüyor. Mahbubani’ye göre 1949’dan 1979’a kadar devletçi ve kapalı ekonomiyle yönetilen Çin’de 1980’den sonra hayata geçirilen reformlarla ekonominin dışa açılmasının yarattığı dönüşümü vurgularken “Daha çok çalışmak için hiçbir nedenleri olmayan insanlar bugün 7 gün 24 saat çalışan, dünyanın en çalışkan insanları haline geldi ve caddelerinde araba görmenin bile zor olduğu şehirler devasa gökdelenlerin ardına dizildiği metropollere dönüştü” diyor. Bu denli keskin bir dönüşüm yaşamamış olsa da Hindistan’ın da 1991’de yaşadığı ekonomik krizin ardından açık ekonomiye geçtiğini ve asıl yükselişinin bu dönemde başladığını ifade ediyor Mahbubani. Ancak Mahbubani’nin tam bu noktada altını çizdiği dikkat çekici bir husus daha var: “Asya serbest piyasa ekonomisine Batı’dan daha çok inanır hale geldi. Eğer bu trend böyle sürer, bugüne kadar serbest ticaretin en büyük savunucusu olan ABD serbest piyasa ekonomisinden uzaklaşır ve Asya ülkeleri birbiriyle çok daha etkileşim halinde iş yapmaya başlarsa o zaman gücün tamamen Doğu’ya kaydığına tanık olacağız.”
Kishore Mahbubani yükselişin temelinde yer alan ikinci sütunun bilim ve teknoloji olduğunu söylüyor. “Batı’nın 19. yüzyılda dünyaya hakim olmasının nedeni neydi?” diye soruyor Mahbubani ve yanıtlıyor: “Elbette bilim ve teknolojideki üstünlüğü.” Portekiz gibi 4 milyon nüfuslu küçücük bir ülkenin Güney Amerika’da koloniler kurabilmesinin ve hatta Çin ve Hindistan’a kadar uzanabilmiş olmasının altında yatan tek gücün bilim ve teknolojideki hakimiyeti olduğunun altını çizen Kishore Mahbubani bugün aynı gücün Asya’ya kaydığını belirtiyor. 2008 yılında Doğu Asya’nın yaptığı Ar-Ge harcamalarının ilk kez ABD ve Avrupa’nın Ar-Ge harcamalarını aştığını belirten Mahbubani bu harcamaların insanların yaşam standartlarını yükselttiğine dikkat çekiyor. Mahbubani bilim ve teknolojideki üstünlüğün önümüzdeki dönemde Asya ülkelerinde olacağına yönelik bir diğer önemli göstergenin ABD’deki uluslararası bilim ve matematik okullarında yüksek lisans ve doktora yapan öğrenciler arasında Asyalıların oranı olduğunu söylüyor. “Asyalılar sadece bugünkü nesillere değil, gelecek nesillere de yatırım yapıyor” diyor Kishore Mahbubani.
PRAGMATİZM VE FIRSAT EŞİTLİĞİ
Toplumların yükselişinde en etkili unsurlardan biri de pragmatizm. Pragmatizmin Asya toplumları için yeni bir kavram olmadığını vurgulayan Kishore Mahbubani bu anlayışı şöyle Deng Xiaoping’in sözleriyle özetliyor: “Kedinin siyah ya da beyaz olması önemli değildir, önemli olan fare tutması.” Bu örneğin ülkelerin ekonomiye yaklaşımlarına ise “kapitalizm ya komünizm, fark etmez. Hangisi işe yarıyorsa o kullanılmalı” şeklinde yansıdığını belirtiyor ünlü ekonomist. Asya’nın ilk pragmatistlerin Japonlar olduğunun altını çizen Mahbubani ülkenin bundan 150 yıl önce eyleme geçtiğini ve modernleşme yolunda hiçbir ideolojik gözlük takmadıklarını ve hem Avrupa ülkeleri hem de ABD’den uygun gördükleri tüm uygulamaları kendilerine uyarlayarak modernleştiklerini anlatıyor.
Dördüncü sütuna liyakatı yerleştiren Kishore Mahbubani bu ilkeyi şöyle tanımlıyor: “Liyakat aslında son derece basit bir kural: Toplumdaki her birey potansiyel bir kaynak olduğundan, her bireye topluma katkı sağlaması için fırsat eşitliği tanımanız gerekiyor. Bugün bütün başarılı organizasyonlar liyakat esasına dayandıkları için başarıya ulaşmıştır. Bu nedenle hiçbir yeteneğin göz ardı edilmemesi gerekir.” Bu ilkeyi Hindistan’daki kast sisteminin kapalı yapısından çıkmayı başararak eğitimini tamamlayan ve daha sonra Hindistan Merkez Bankası Başkanı olmayı başaran bir isimden örneklendirdi.
VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ
Kishore Mahbubani Asya’nın yükselişinde etkili olan beşinci unsurun kültürel barış olduğunu söylüyor. Özellikle Doğu Asya’dan yükselen en güçlü sesin “sessiz silahların sesi” olduğunun altını çizen Mahbubani, 1997-1998 yıllarında yaşanan Asya Finans Krizi’nin de bölgede barışı derinleştiren ve güçlendiren bir etkisi olduğunu belirtiyor. Bu barış kültürün ise Batılı ülkelerin II. Dünya Savaşı sonrası takındığı barışçıl tutumdan ders alındığını vurguluyor Mahbubani ve Batı kültürünün bir başka özelliği olan hukukun üstünlüğü ilkesinin Asya’nın Batı’dan edindiği bir diğer nitelik olduğunu söylüyor. “Hukukun üstünlüğü yani herkesin yasalar karşısında eşit olması Asyalılar için geçerli bir ilke değildi, Asyalılar yönetici sınıfın hukukun üzerinde olduğunu kabul ederdi” diyor Kishore Mahbubani. Ancak son yıllarda hukukun üstünlüğü ilkesini fonksiyonu sebebiyle değil, etik nedenlerle benimsediklerinin de altını çiziyor.
Asya’nın üzerinde yükseldiği sütunların sonuncusu ise eğitim. “Asya’da büyük bir kitle Batı eğitiminin tadına vardı ve adeta bağımlısı oldu” diyor Kishore Mahbubani ve Dünya Bankası tarafından 2007 yılında hazırlanmış bir rapordan veriler sunuyor. Rapora göre Asya’da yükselen eğitim seviyesinin bölge ekonomisinin büyümesine yüzde 0,75 ila yüzde 2 aralığında bir katkısı olduğu tahmin ediliyor. Tersine beyin göçüyle birlikte Batı’da eğitim aldıktan sonra ülkesine dönen profesyonellerin sayısı da her geçen gün artıyor.
Batı dünyasının yedi temel değerini kendilerine uyarlayarak Asya’nın önümüzdeki yıllarda Batı’dan çok daha önde olacağını düşünüyor Kishore Mahbubani. Bu sonuçlara ancak uzun süren araştırma ve çalışmalar sonucunda ulaşıldığını belirten ünlü ekonomist, bu çalışmalar esnasında tek tek incelediği bölgelere ilişkin öngörülerini ve dünyanın yakın geleceğini nasıl gördüğünü Bizden Haberler Dergisi’ne anlattı.
Çin’in son birkaç yıldır üretimde katma değer zincirini yukarı taşıması sürecini ve bunun gelişmiş ülkelerdeki istihdamla ilişkisini değerlendirebilir misiniz?
Kesinlikle doğru. Çin, katma değer zincirini yukarı taşıyor. Biliyorsunuz; Çin küresel üretim zincirine ucuz oyuncaklar, ayakkabılar ve tekstil ürünleri üreterek dahil oldu. Ardından tedariğinin sınırsız olmadığını ve sonra da değer zincirini yukarı çıkararak daha fazla değer elde edebileceğini keşfetti. Böylelikle ihracatta daha sofistike ürünlere odaklanarak daha fazla değer yaratabileceklerini keşfettiler. Bunun yanında Çin’de eğitim kalitesi çok yükseldi. Çok iyi eğitilmiş bir nüfusa sahip ve dünyanın en fazla mühendis veren ülkesi konumunda. Son çalışmalara bakarsak, Çin inovasyona, Ar-Ge’ye en fazla yatırım yapan ülkeler arasında. Çin’in üretiminin günbegün daha sofistike hale gelmesi kaçınılmaz. Bu önlenemez bir gelişme.
Peki bunun emek piyasasında nasıl bir etki yaratacağını ön görüyorsunuz? Özellikle dönüşümünden bu yana 1 milyondan fazla işi Çin’e kaptıran Amerika gibi, gelişmiş pazarlarda?
Şu çok açık ki, Amerika hâlâ dünyanın geri kalanını etkisi altına alan rekabeti görmezden geliyor. Global üretimde Amerika’nın payının gerilediğini görüyoruz. Buna Amerika’nın tepkisi “Fark etmez, nasıl olsa piyasa en iyisini bilir, piyasanın aktörleri ne yapacaklarını gayet iyi bilir” yönünde oluyor. Ama bence Amerika yanılıyor. Çünkü Çin, Kore, Hindistan, Japonya, Malezya, Singapur gibi ülkelere baktığınızda üreticileri çekmek için yatırım, eğitim, vergi teşvikleri, uygun ekonomik koşullar anlamında en iyi ortamları yaratmaya çalıştığını görürüsünüz. Bu bakımdan iyi yatırımları çekmekte devlet çok önemli bir role sahip. Singapur bu açıdan dünyanın en başarılı ülkesi ve bunda devletin etkisi tartışılmaz.  Amerikalılar ise devletin hiçbir rolü olmadığına inanarak çok ideolojik davranıyor. Devletin her şeyi piyasaya bırakması gerektiği yaklaşımına sahipler. Ama bence Amerika bir gün gerçeğe uyanacak. Asya’daki ülkelere baktığımızda hem “görünmez el” hem de “görünür el” ile işlediklerini görüyoruz, Amerika ise yalnızca “görünmez el” ile işliyor. Bu doğal olarak iki eli olan birinin tek eli olan birine karşı mücadelesi gibi görünüyor. Sonuç elbette aşikar…
Çok zor geçmesi beklenen bir yıla başlıyoruz. 2012’de özellikle gelişmekte olan ülkelerin birbirleriyle olan ticari ilişkilerinin gelişmesi bekleniyor. Sizce Çin bu anlamda gelişmekte olan ülkelerin ihracatlarını yönlendirmesi açısından nasıl bir potansiyele sahip?
Diğer gelişmekte olan pazarlar hakkında yorum yapmak istemem. Ancak bugün dünyada ülkelerarası ticaretin en hızlı geliştiği yer Asya. Şu açık ki bu trend sürecek ve Asya ülkeleri arasındaki ticaret komşu ülkelere göre daha hızlı bir şekilde devam edecek. Çin’in yeni orta sınıfı ortaya çıktığından bu yana ülkelerarası yatırımlar da artıyor. Kalkınmaya paralel olarak oteller, alışveriş merkezleri, havalimanı yatırımları da görmeye devam edeceğiz. Dünyanın en iyi havalimanlarının Singapur, Pekin ve Şanghay’da olduğunu görüyoruz. Bunlarla kıyaslandığında Amerikan havalimanları üçüncü dünya gibi görünüyor, çünkü yatırım yapmıyorlar. Bu büyük bir hata, Asya ülkeleri altyapı yatırımlarını gelecekte talep olacağı öngörüsüyle yapıyorlar, Yeni Delhi bile bunun gerisinde kalmıyor.
Avrupa, Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı bölgeydi ancak krizin de etkisiyle bu sene bölgeye ihracatın düşeceği çok açık. Türkiye’den birçok farklı endüstrinin Çin’e yöneldiğini görüyoruz. Sizce bu pazarda şansları ne kadar?
AB’nin toparlanması ve yaşadığı sorunların üstesinden gelmesi uzun zaman alacak. Buna karşın Asya büyüme için birçok fırsat sunuyor. Çin, Asya’daki ülkelerden yalnızca biri. Bununla birlikte Hindistan, 600 milyonun üzerinde nüfusu, milyar dolarlık ekonomik büyüklüğü, sürekli büyüyen ticareti ile öne çıkıyor. Bunun yanı sıra Endonezya, Malezya gibi çok hızlı büyüyen Müslüman ülkeleriyle Güneydoğu Asya’da ciddi fırsatlar var.
Peki Türkiye’nin Asya’ya oryantasyon süreci nasıl ilerlemeli?
Singapur bir konuşlanma noktası olarak kullanılabilir. Singapur Asya’nın en fazla doğrudan yabancı yatırım çeken ve en liberal ekonomilerinden biri. Birçok Hintli şirket son dönemde Singapur’da mağazalar açmaya başladı. Türkiye bir tek yere gelerek hem Hintli hem de Çinli şirketlerle tanışma ve işbirliği şansına sahip olabilir. Singapur iyi bir başlangıç noktası olabilir.
Çin’de bu yıl ve gelecek yıl yapılacak seçimlerle ilgili beklentileriniz neler? Çin sizce günün birinde demokratik bir devlet yönetimine sahip olacak mı?
Bence, Çin’in uzun vadede demokratik bir yönetim olmamasından kaynaklanan bir rekabet dezavantajı var. Çin bir demokrasi olmak zorunda. Ama kısa dönemde bu bir avantaj çünkü Çin’in gelecek başkanının kim olacağını biliyoruz. Birinci sırada Xi Jinping geliyor ve onun yeni başkan olması kuvvetle muhtemel. Buna karşın Amerika’nın yeni başkanının kim olacağını bilmiyoruz. Aynı zamanda Çin’de sıradaki başkanların kimler olacağı konusunda belirsizlik hakim. Bu, Çin’de devam eden bir süreç ama ben Çin politikalarında herhangi bir majör değişiklik öngörmüyorum. Çünkü Çin politikaları bir adama bağlı olarak değil, üst düzey konsensüs sürecine göre inşa ediliyor. Konsensüse vardıklarında politika devam eder ve kişiye bağlı kalmaz. Çin son 10 yıldır şu anki yönetim politikalarıyla çok iyi bir gelişme yakaladı. Bence Çinliler adapte olmaları ve değişmeleri gerektiğini fark ettiler. Eskiden yaptıkları gibi otopilot devam edemeyeceklerini anladılar.
Amerika ve Çin arasında yükselen gerilim iki ülkenin birbirine bağımlılıkları sayesinde ciddi düzeylere tırmanmıyor. İki ülke arasındaki rekabeti düşündüğünüzde sizce bu sürdürülebilir mi?
Sadece Çin ve Amerika değil, aynı zamanda bütün dünya birbirine çok bağlı. Amerika ve Çin arasındaki olası bir savaşı düşündüğümüzde bundan zenginleşecek herhangi bir taraf bulunmuyor. Tam aksine kaybedecek çok şey var. Buna karşılık etki alanına yönelik rekabet artacak ve bunun sonuçlarını göreceğiz. Savaşın aksine etki için savaşmak iyi bir şey olabilir. Çin, Asyalı ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları imzalayan ilk ülke olduğunda Japonlar çok şaşırmıştı. Çünkü Japonlar Asyalı ülkelerle ilişkilerini iyileştirme hedefine sahiplerdi. Doğal olarak Çin’in ardından Japonlar diğer Asyalı ülkelerle serbest ticaret anlaşması imzaladılar, hemen ardından da Hintliler. Herkesin bu şekilde birbiriyle serbest ticaret anlaşması imzalamasının net sonucu muazzam büyüklükte bir ticaret hacmi oldu. Yani sahip olduğunuz jeopolitik rekabet, ülkeler arasında ticaret yaratılması, daha fazla iş ve daha fazla zenginlikle sonuçlanıyor. Aynı şekilde Amerika da Trans-pasifik üzerindeki ticari ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor, bu da aynı nedenle iyi sonuçlara yol açan bir girişim.
Son olarak, Kuzey Kore’deki başkanlık değişimini değerlendirebilir misiniz? Asya’nın dünyaya açılan kapalı ekonomilerine Kuzey Kore’nin yakın gelecekte dahil olması ne kadar muhtemel?
Kimse Kuzey Kore’de ne olacağını bilemez. Uzun dönemde açılabilir, bu iyi de olur ancak bunun nasıl ve ne zaman gerçekleşeceğini öngörmek mümkün değil.
Mahbubani, Asya’nın Batı’dan alıp yeni uygulamaya başladığı ilkeleri; serbest piyasa ekonomisi, bilim ve teknoloji, pragmatizm, liyakat, kültürel barış ve eğitim olarak özetliyor. Ona göre Doğu’nun yükselişinin sırrı bu ilkelerde.
Kishore Mahbubani
Akademisyen, düşünce adamı, yazar ve aynı zamanda diplomat olan Prof. Kishore Mahbubani, National University of Singapore’da bulunan Lee Kuan Yew School of Public Policy’de dekan olarak görevini sürdürüyor. Felsefe ve tarih eğitimi gören Kishore Mahbubani, edindiği başarılı politika kariyeri ile dünya çapında bir üne sahip.
1971 ve 2004 yılları arasında Singaporean Foreign Services da görev alan Mahbubani burada Birleşmiş Milletler Singapur daimi temsilcisi olarak görevini sürdürdü. 33 yıllık diplomatik kariyeri boyunca birçok makale ve ‘Best Seller’ kitap yayınlayan Mahbubani, Institue of Southeast Asian Studies, the Institue of Policy Studies, the Lee Kuan Yew Exchange Fellowship and the Institue of Defence and Strategic gibi lider enstitüler ve ‘Think Tank’ kuruluşlarının da yönetim kurulunda yer alıyor.
Singapur Ulusal Üniversitesi’de okuduğu yıllarda en yüksek başarı burslarından biri olan ‘President’s Scholarship’e layık görülen Mahbubani, üniversiteden birincilik derecesi ile mezun oldu ve aynı ünversitede felsefe alanında yüksek lisansını tamamladı. 1995 yılında fahri doktora unvanını alan Prof. Kishore Mahbubani, dünyanın en önemli
100 entellektüelinden biri olarak kabul ediliyor.
Kaynak :
Bizden Haberler Dergisi, Şubat 2012 sayısı.

Yorum Yaz

Apple Servisi Beylikdüzü Apple Servisi